Vatanına sahip çıkmak isteyen 500’ü aşkın öğrencinin kalemini bırakıp silaha sarıldığı, bunu da tamamen gönüllü yaptığı “Şanlı Erenköy Direnişi”nin üzerinden tam 60 yıl geçti.
Eğitim için Türkiye ve İngiltere’de bulunan Kıbrıslı gençlerin hayatlarını hiçe sayarak 1964’te Erenköy’e çıkması, yokluk ve imkansızlık içinde direnmesi ve bu uğurda kaybedilenler, Kıbrıs Türk mücadele tarihinde unutulmaz bir yer edindi.
“Biz talebe olarak vazifemizi yaptık. ‘Bu ada bizimdir’ diyebilmek için bu mücadeleyi vermemiz, Türkiye’ye ve dünyaya memleketimiz için savaşacağımızı ispat etmemiz lazımdı. Onun gönül rahatlığı içindeyiz” diyen Erdil Nami, 31 Mart 1964’te Erenköy’e çıkan ilk gruptaydı, listenin en başındaydı.
Nami, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde son sınıf öğrencisiyken babasından aldığı mektupla başlayan Erenköy hikayesini, Türk Ajansı Kıbrıs’la (TAK) paylaştı.
Ankara’ya bir yaralanın cebinde gelen mektup
Kıbrıs’tan Ankara Hastanesi’ne ilk yaralılar sevk edildiğinde Erdil Nami, hem ailesinden haber almak hem de yaralılara geçmiş olsun demek için hastaneye gitti.
“Necmi Çavuş’u gördüm. Yanına yaklaştığımda iki gözü iki çeşme ağlamaya başladı ve cebinden çıkardığı kağıdı bana verdi. Rahmetlik babam (Kâzım Nami) Lefkoşa’nın polis komutanıydı, bir yolunu buldu ve bana kısa mektup gönderdi. ‘Erdil biz iyiyiz ama Küçük Kaymaklı düştü, 5 bine yakın göçmenimiz var. Senden ve kardeşlerinden ricamdır, orada kalın ve aile zürriyetimizi devam ettirin…’ yazdı… Ailen, sevdiklerin ölüyor ama sana ‘hayatta kal’ diyor… Mektubu okuduğumda beynime kurşun yemiş gibi hissettim…”
Kıbrıs için yürüdüler
Erdil Nami, babasının ona yolladığı mektubu önce ev arkadaşlarına sonra da Kıbrıs Türk Talebe Yurdu’ndaki arkadaşlarına okudu ve ‘Ya üniversiteye devam edip mezun olacağız, Kıbrıs’a döndüğümüzde ailemizi bulursak bulacağız, bulamazsak mezarlarına gidip birer dua okuyacağız ya da kitabı, defteri olduğu yerde bırakıp birer silahla Kıbrıs’a çıkacağız” dedi. Tüm arkadaşları istisnasız Kıbrıs’a gitmeyi kabul etti.
Yaklaşık 100 kişiden oluşan Kıbrıslı öğrenciler, Türkiye’deki sıkıyönetime rağmen “Ordu Kıbrıs’a” sloganıyla yürüyüş düzenledi ve bunu iki-üç kez tekrarladı. Bunun üzerine Kıbrıs’ın Ankara Büyükelçisi Mehmet Ertuğruloğlu, Erdil Nami’yi görüşmeye çağırdı.
Yardım talep ettikleri Büyükelçi, Nami’den Kıbrıs’a gitmeye gönüllü olacak 40 kişiden ve mümkünse üst sınıftaki öğrencilerinden oluşacak bir liste hazırlamasını istedi. Nami, listeyi elçiliğe iletti ve beklemeye başladı.
“Bu iş talebe değil, asker işidir…”
O gece saat 02.00 gibi Erdil Nami’nin evinin kapısı çaldı. Örf-i idare varken elbette bu vakitte çalan kapı onu tedirgin etti. Gelenler, İstanbul’da iktisat ve tıp eğitimi gören kardeşleri Özdil Nami ile Adil Nami’ydi.
“Rahmetli Ergün Vehbi dâhil 200 arkadaş İstanbul’da toplanmış, 3-4 otobüs kiralamış, Antalya’ya gelmiş. Bir dükkândan silah, limandan da gemi çalmışlar, Kıbrıs’a gidecekler. Onları takip eden, istihbarat geceleyin geminin mazotunu boşaltmış, etraflarını da sarmış, ‘Bu iş talebe işi değil, asker işidir’ diyerek herkesi evine yollamış.”
Özdil ve Adil Nami, o akşam abilerine Kıbrıs’a gitmek için bir şeyler yapıp yapmayacağını sordu ama Erdil Nami anlatmadı, bir gece misafir ettikten sonra onları İstanbul’a uğurladı.
“Özdil’in de Adil’in de sağlığı Kıbrıs’a gitmek için uygun değildi. Özdil kalp hastasıydı ve o zaman buna çare yoktu, Adil de her iki böbreğinden ciddi ameliyat geçirmişti…”
Zir Kampı’nda 3 haftalık eğitim
Erdil Nami’nin elçiden beklediği haber geldi. 40 kişilik liste 20’ye indirildi, Londra’dan gelen Kıbrıslılar da ilk gruba dahil edildi ve hepsi 3 haftalık eğitim için Zir Askeri Kampı’na gönderildi. Sıcaklığın eksi 15’e kadar düştüğü gecelerde elleri kanayıncaya kadar silah kurup bozdular.
“Bize, üç binbaşı eğitim verdi. TMT’den gönderilenleri de burada eğitmişler. Gizli haberleşme, istihbarat gibi konular… Bize de onları öğretiyorlar… Elimi kaldırdım ve ‘Kıbrıs’ta savaş var, bize silah tutmayı, ateş etmeyi, çarpışmayı öğretin’ dedim. Eğitimi ona göre yeniden düzenlediler. Son gün de bize sevdiklerimizle vedalaşmak ve okullarımızla ilişiği kesmek için izin verdiler. Nişanlım Semray, Londra’da yaşardı. Ona bir kart attım. Okulu dondurdum ve kampa gitmek üzere arkadaşlarla buluştuk…”
Anamur’a giden uzun yol
Askeri araçlarla ve 40 ton mühimmatla Ankara’dan Anamur’a doğru yola çıkıldı. Yaklaşık 500 kilometrelik mesafe gidildi. Yolcuğun kumanyası da zeytin, helva ve ekmek oldu.
“Anamur’a geldik ama ortada tekne mekne yok. Denizin yakınında eski bir kale ve mağaralar vardı, oraya sığındık ve gelen balıkçı teknesine 40 ton mühimmatı birer elden ve sevinçle yükledik. Yola çıkmadan önce 4 mangaya ayrıldık. Londra’dan gelenlerin komutanı ben oldum. Kıbrıs asıllı bir yarbay da bizimle geldi, komutanımız oydu.
30-35 kişiyi güvertenin altına yerleştirip yola çıktık. Önceleri Erenköy’ün adı geçmedi, Kıbrıs’a gideceğiz ama iş kesinleşince çıkabileceğimiz en uygun yerin orası olduğu söylendi. Zaten tekneyi bereketçiler sürerdi ve bu işi en iyi bilen onlardı.
Aklımızdaki tek şey de şuydu: ‘Erenköy’e gideceğiz, oradaki 5 Türk köyünü tutacağız… Bu iş ya diplomasiyle çözülecek ya da Türk askeri adaya gelecek. Anamur’dan bizi uğurlayan Genelkurmay Harekât Dairesi Başkanı da öyle söylemişti: ‘Siz tarihin en şerefli yolculuğuna çıkıyorsunuz, oraları 3 ay için tutun, konu siyasi olarak çözülecek, çözülmezse biz geleceğiz…”
“Biri tekneyi terk edecek olursa, vurun”
Kıbrıs’a gitmek için inanılmaz heyecan duyan gençlerin teknesi yarı yolda su almaya başladı. 2 bereketçi ve komutanın küçük bir sandalla tekneyi terk etmek üzere olduğu fark edildi. Erdil Nami, mangasında bulunan Ali isimli mücahide “Tekneyi biri terk edecek olursa, ben dâhil, vuracaksın” diye emir verdi.
“Yavaş yavaş Anamur’a döndük. 40 kişinin 30’u baygın… Aşağıda havasız da kaldılar, hepsini deniz tuttu. Bazıları iner inmez başladı yeri öpmeye, Erenköy’e geldik sandılar. Sağlam duran 5-10 kişiyle 40 ton cephaneyi indirdik. İnanır mısınız, ben hayatımda böyle bir yorgunluk daha yaşamadım. Bir vasıta geldi hepsini ona yükleyip yine mağaralara sığındık… Hava da buz…”
“Erenköy zifiri karanlık”
Mücahitler, başka tekne gelene kadar sahilde bulduğu çalı çırpıları toplayıp onlarla ısınmaya çalıştı, vakit geçsin diye gece boyu fıkra anlattı. Birkaç gün sonra Erenköy’e gidebilmek için yeniden yola çıktılar, tekne sağlamdı ama bu defa da baca ateş atıyordu.
“Çocuklardan biri bacanın üzerine varil koydu. Gece oldu, denizde bir ölüm sessizliği. Bizim baca teknenin titreşiminden başladı tangır tungur ses çıkarmaya. Ne yapacağız? Yapacak bir şey yok… ‘Hepimizde silah var, eğitim gördük, savaşa gidiyoruz, isterlerse denizden başlarız’ deyip yola devam ettik.
Erenköy’e geldik ama her yer zifiri karanlık. Köyde elektrik olmadığını orada öğrendik. Kayalar var diye tekne çok yaklaşamadı kıyıya. Erenköylüler geldi, bazılarımızı sırtına aldı. Cephaneyi de indirdik. Yarımızı köyün camisine yarımızı da ilkokuluna yerleştirdiler.”
“Bize eğitimlerini yarım kestikleri 20 arkadaşı daha gönderdiler”
Ertesi sabah köyde silah sesleri duyuldu. Kahvaltısını yarım bırakan mücahitler köy otobüsüne bindi, Erenköylü gençlerle cepheye gitti.
“Cephe dediğim aslında çıplak tepelerdi. Deniz kıyısından Alevkaya yönüne mevzilendik. Zir Kampı’nda öğrendiğimiz gibi araziye zincirleme yayıldık. Eli silah tutan Erenköylü gençleri de aramıza aldık. Cephanemiz sınırlıydı. Erenköylüler araziyi bilirdi, Rumların Alevkaya üzerinden bize saldıracağını söylediler. Çabuk davrandık ve onları sardık. İki taraftan ateş altında kalınca çekilmek zorunda kaldılar. Vadide ilerledik ve ellerindeki tepeleri aldık. Paşiammo köyünün kilisesine, mezarlığına kadar inmiştik.
Komutan, ‘Kuvvetinizi belli etmeyin, çekilin’ emri verdi, mecburen çekildik. Rumları Gemikonağı’ndan gemilerle, Poli tarafından kamyonlarla takviye yaparken görüyorduk… Ankara’ya telsizle ulaştık. Takviye birlik talep ettik, cephanenin bir bölümünü Yeşilırmak’a göndermiştik, cephane desteği de istedik. Bize eğitimlerini yarım kestikleri 20 arkadaş daha gönderdiler.”
Erdil Nami ve arkadaşları, Erenköy’e gelişlerinin üçüncü gününde tepeleri toza dumana boğacak yaylım ateşiyle karşılaştı ancak kendilerini korumayı bildiler hatta önceki çarpışmada kaybettikleri Çardak tepelerini de geri aldılar. Bu arada Erenköy’e belirli aralıklar gruplar çıkmaya devam etti. Tehlike altında olan Yeşilırmak’ın muhtarı Erenköy’e gelip asker talep edince, Erdil Nami buraya gitmeye gönüllü oldu. 10 kişiliyle gittiği Yeşilırmak’ta Grup Teşkil Komutanı ve İstihbarat Sorumlusu oldu.
Öğretmenlik de yaptılar
Mücahitler, eğitimi aksayan öğrencilere Yeşilırmak’ta ortaokul da kurdu. Erdil Nami ve arkadaşları, sabah mücahit kıyafetlerini çıkardı, beyaz gömlek ve siyah pantolon giyip okula gitti, öğleden sonra da mücahitliğe devam etti. Çocuklara birçok konuda ders verdiler, gerekli makamlarla da görüşerek bu eğitimleri geçerli kıldılar.
Esir misillemesi
Erdil Nami, Yeşilırmak’ta iki unutulmaz olay yaşadı. Yeşilırmaklı iki genç, esir alındı. Onlar da misilleme yaptı ve köyden geçmeye çalışan bir Rum’u alıkoydu.
“Komutan Erenköy’den Yeşilırmak’a bizi teftişe geldi. Köylülerden iki genç çocuk istedi, sandala ‘Un, çilek bir şeyler koyalım, Erenköy’e götürsünler’ dedi. Rumlar Pirgos’a hücumbot koymuştu. Yakalanacaklarını söyledik, komutan dinlemedi. Çocukların gidişini gördük. Rum hücumbot şahin gibi yanlarına gitti. BM askerlerine haber verdim, yanlarına gittiler ama Rumlar ‘Bazı sorularımız var’ deyip çocukları aldı. Ne yapacağımızı düşünürken bizim bölgeye kamyonla bir Rum girdi, arkasında da BM eskortu. ‘Hüviyetini kontrol edeceğiz’ deyip Rum’un yanına bindim. BM’nin kamyonu büyük, yol da dardı, onlar sokaktan çıkmak için manevra yaparken biz Rum’u kaçırdık, gençlerin askeri eğitim gördüğü ilkokula götürdük. ‘Ya esir çocukları bana verecekler ya da ben seni çocukların ailesine teslim edeceğim’ dedim. BM’nin komutanı durumu öğrenir öğrenmez geldi. ‘Sen bana adamı ver, sana asker sözü, çocukları getireceğim’ dedi ve getirdi…”
Erdil Nami, kardeşleri Özdil ve Adil Nami’nin de Erenköy’e çıktığını toplantı için gittiği BM kampında öğrendi. O toplantıda Kıbrıslı Türklerin bazı tepelerden geri çekilmesi, oraların tampon bölge olması istendi.
“Rumların ‘Uzun menzilli silahları, büyük topları var’ diyerek bizi daha emniyetli bir yere, Lefke’ye götürmek, 500-550 kişiyi bölgeden tahliye etmek istediler. Kabul etmedik. ‘Biz bugün için buradayız’ dedik. 6-7 Ağustos’ta hiçbir tahrik olmadan bombardımana başladılar. Mansura, Erenköy, Alevkaya, 20 küsur şehidimiz buralarda verildi…”
Bir yaşlı kadının bedduası
Erenköy bölgesinde düşen köylerin yaşlıları BM’nin askeri araçlarıyla tahliye edilirken su ve erzak için Yeşilırmak’ta duruldu. O yaşlı kadınlardan biri mücahitlere beddua etti.
“Kadın ellerini havaya kaldırdı ve ‘Allah’ın gazabı üzerinizde olsun. Geldiniz, arı kovanına çomak soktunuz, başımıza bu olaylar geldi’ dedi. Ben de ellerimi açtım ve ‘Allah’ım kararı sen ver, biz canımızı feda edip buralara geldik ama beddua alıyoruz’ dedim.
Tam o esnada üzerimizden dört jet geçti. Ay yıldızları gördük. Bunun Cengiz Topel komutasındaki ekip olduğunu sonradan öğrendik. Büyük gürültüyle bombaları indirmeye başladılar. Üç gündür hava desteği bekliyorduk ve geleceklerine dair inancımızı kaybetmeye başlamıştık.
Uçaklar alçak ve normalden daha yavaş geçiyordu. İlgili yerleri telsizle uyardık çünkü bölgede uçaksavar eğitimi görmüş Yunan askerleri vardı. Nitekim Cengiz Topel’in uçağını vurdular. Lefke ile Gemikonağı arasında bir yere düşen uçağı biz de gördük…”
Bir kardeş mektubu: “Duyduğum kadarıyla çok zayıflamışsın. Kendine iyi bak”
Erdil Nami’ye o günlerde kardeşi Özdil Nami’den asla unutamayacağı bir mektup geldi.
“Lefke’de ilk yardım yapılan bir yer vardı, bir süre orada yatmış Özdil. Yeşilırmak’tan geçerken beni görmek istemiş ama ben tepelerdeyim. ‘Duyduğum kadarıyla sen de çok zayıflamışsın. Kendine iyi bak abi yoksa benim gibi hastalanırsın’ yazdı mektubunda.
Birkaç gün sonra babamın emir eri olan Şaban (Arap) geldi. Beni görür görmez de ağlamaya başladı. Çok şık giyindiğim zamanları bilirdi, beni böyle sakallı, mücahit kıyafetiyle görünce duygulandı sandım. ‘Kardeşini dün kaybettik Erdil’ dedi. O an bina başıma yıkıldı… Dünyam döndü. Günlerce gittiğim her yerde Özdil karşıma çıkacak zannederdim…”
Cenazeler rahatsız edilmesin
Erdil Nami, ilerde ismini oğluna vereceği kardeşi Özdil Nami’nin defnedilmesi için yapılan iş birliğini de hatırladı.
“Baf Kapısı’nın Rum polis komutanının oğlu Mağusa’da öldürüldü. Rum komutan babamı aramış, ‘Oğlumu bana versinler gömeyim Kâzım’ demiş. Babam da aynı durumdaydı. ‘Sen de bana yardımcı ol, oğlumun cenazesi Lefke’den Lefkoşa’ya rahatsız edilmeden getirilsin’ demiş… Özdil’i Tekke Bahçesi’ndeki şehitliğe defnettiler.”
Özgürlüğe kavuşma ve bir buruk his
İki senenin ardından Erenköy’deki mücahitler, tahsillerini devam ettirmek için Türkiye’ye dönmeyi talep etti. İskenderun’a gitmek için Gemikonağı’nda toplandılar. Erdil Nami, kardeşi Adil Nami’yi iki yılın ardından ilk kez burada gördü, kucaklaştılar.
“Karışık hisler içindeydik. Özgürlüğümüze kavuşacaktık ama buruktuk da. İstediğimiz sonucu tam olarak elde edemesek de halka umut ışığı yaktık.
Kıbrıs Türkü direndi; kendi başına, kendi imkanlarıyla direnebileceğini gösterdi. Biz olmasak Rumlar orayı da alarak ilerleyecekti. Erenköy’de onları biz durdurduk…
İskenderun’da bizi karşılayan ve bana ‘Kıbrıs’ta neler oldu?’ diye soran komutana da aynısını söyledim… ‘Biz talebe olarak vazifemizi yaptık. Bize, ‘üç ay dayanın gerekirse geleceğiz’ dendi, 24 ay şehitler de vererek orada kaldık…’
‘Bu ada bizimdir, atalarımızdan mirastır’ diyebilmek için bu mücadeleyi vermemiz, Türkiye’ye ve dünyaya memleketimiz için savaşacağımızı ispat etmemiz lazımdı. Onun gönül rahatlığı içindeyiz. Ben Erenköy’de iki yıl geçiren arkadaşlar kadar zorluk çekmemiş olabilirim ama hepimiz sıkıntılar yaşadık. Bazen ekmek bulurduk, bazen bulmazdık, attığım ekmeği bir gün sonra tozunu silerek yedim.
Güvende değildik, eşimizden dostumuzdan haber alamazdık. Cebimizde kendimize ayırdığımız tek bir kurşunumuz vardı, esir olmaktansa kendimizi vurmak için... Birçok arkadaşımız bunun travmasını uzun yıllar atlatamadı, çok ciddi sağlık sorunu yaşayanlar oldu… Ama dediğim gibi vicdanen müsterihim. Kendimizi hiçbir zaman Rumlardan aşağı görmedik. Köyümüzü, evimizi almalarını, bize ait bu adada yabancı olmayı kabul etmedik ve bunun için mücadele ettik. Sonra yaşananlar, bugünkü durum ayrı konulardır. O defterlere hiç girmeyelim…Bana göre, esas işi yapanlar kırgındır...”